9. BÖLÜM
9. ❝KAYIP.❞
Ölmeyi çok istiyor olabilirim ama bu, beni öldürmek isteyen herkese fırsat vereceğim anlamına gelmez. Ben, sadece kendim istediğimde öleceğim.
Dikiz aynasından birbirimizi izleyen gözlerimiz arasında saniyeler geçti ve Derya, söyledikleri üzerine hiçbir şey dememiş olmamdan rahatsızlık duyup dudaklarını araladı. "Yapacak mısın? Nil'i alıp İtalya'ya götürecek misin?"
"Neyden bahsettiğin hakkında bir fikrim yok," dedim.
"Var," dedi, başını iki kez sallayarak. "Nil'in sende olduğunu biliyorum, inkâr etme."
"Keşke öyle olsa, hemen götürüp ailesine verirdim," dedim, boynumdaki bıçağa küçümseyici bir bakış atarak.
Bıçağı tutan elini kıpırdatıp derime daha istekli bastırdı. "İnkâr etmen çok aptalca."
"Senin bir küçük kızın varlığından korkman kadar aptalca." Nil'e duyduğu nefrete karşılık ben de ona bir nefret duyuyordum. "Hatta acizce."
Bu kelimeler ona dokunmamış gibiydi, belki kendisine bunu daha önce itiraf etmişti. Gözlerini bile kırpmadan, "O küçük kızı kaçırdın," dedi. "Gözlerimle görmedim ama biliyorum, senin daha önce onu izlediğini defalarca kez görmüştüm. Nil ortadan kaybolduğunda ve ifade vermeye geldiğinde senin bir parmağın olduğunu anladım." Bıçak olan elini hafifçe çekti, bıçağın ucuyla ileriki parkı gösterdiğinde Deren'in arabasının sokaktan ayrılmakta olduğunu gördüm. "Amacının ne olduğunu bilmiyorum ama onu kaçırdığına eminim. Mafya ailenin belki çocuk kaçırmak gibi işleri de vardır ve bu yüzden yapmışsındır..." gözlerini kısarak bana döndü. "Madem onu kaçırdın, neden tamamen alıp gitmiyorsun?"
"Nil'i ben kaçırmadım," demeye devam ettim.
Sabırsız nefesi çeneme çarptı ve bıçak tekrardan boynuma yaklaşınca, gözlerimi kapatıp Karina'nın boynuna yaklaşan elleri aklımdan çıkartmaya çalıştım. "Polise bildiklerimi, hatırladıklarımı anlattığımda böyle düşünür mü?"
"Söyle," dedim sessizce. "Polise bildiklerini anlat. Ben de gidip Deren'e bildiklerimi anlatayım." Deren'in ismini duyduğunda bile nefret oturdu bakışlarına. "Nil'e nasıl davrandığını anlatayım. Muhtemelen sonraki gün Nalan cenazeni morgdan teslim alır... O da kızına yaptıklarından sonra sana acırsa."
Daha hızlı nefesler alıp vermeye başladı ve başını hafifçe öne eğip güldü. "Sana neden inansınlar canım?"
"Yüzde yüz inanacaklarını söyleyemem," dedim ve boynumda bir bıçak yaslı olmasına rağmen başımı arkaya çevirdim, onunla yüz yüze gelince gözlerimiz birleşti. "Fakat Deren senin Nil'e kötü davrandığını, onun kollarını sıktığını görürse bence inanır. Hatta görmesine gerek bile yok, aklına böyle bir şüphenin düştüğü an bile seni öldürmek ister." Silahı kendime doğru çektim ve arabadaki hava ağırlaşırken, tek kaşımı yukarıya kaldırdım. "İnsanın ağrına gider değil mi eceli değil de düşmanının ellerinden ölmek? Söyle, ister misin Deren'in ellerinden ölmek? Belki, en yakın mesafeden öldürdüğü kişi ben olmam, sen olursun."
Dudağının kenarıyla güldü. "Deren'den hayranlıkla bahsediyorsun. Gözü kara olması hoşuna gitmiş gibi bahsediyorsun."
Silahımı kaldırdım ve onun dudaklarındaki sırıtma eşliğinde alnının ortasına dayadım. Silahımı gördüğü andan sonraki yüz ifadesi yavaşça değişti ve kaşlarını çatıp, "N'apıyorsun?" dedi.
"Kızlarını seven erkeklere karşı zaafım varmış," dedim omuz silkerek ve sonra silahın alnındaki görüntüsü hoşuma gittiği için bir süre onu izledim. "Bu silahın içinde, Deren'in bana verdiği kurşunlardan bir tanesi var. Eğer beni bir daha tehdit etmeyi seçersen o kurşunla beynini parçalarım. Bu söylediklerim iki kuru kelime gibi gelebilir ama benim kaybedecek hiçbir şeyim yok. Bir şeyim bile yok... Konuşursan sadece sen kaybedersin, o çok sevdiğin Nalan'ını."
Ve anladığını anladım, bende tehditlerin işe yaramayacağını. Bu yüzden bıçağı boynumun hizasından tamamen çekip, "Bu oyunu yalnız mı oynayacağını düşünüyorsun?" diye sordu.
Açıkçası komik buldum. "Zaten yalnız oynuyorum."
Sinirlenince direkt yüz hatlarına yansıdı. "Ve benim öylece geri çekileceğimi düşünüyorsun?"
"Aynen." Kafamı bir kez salladım, ikinci kez onun için değmez. "Ya ölüm diyorum ya da vazgeçiş."
Alnını silahtan çekip geriye, bir zamanlar Karina'mın oturduğu koltuğa yaslandı ve kararlı şekilde, "Kızı alıp git," dedi.
"Ben bile Nalan'a senden daha çok üzülüyorum," dedim, silahımın namlusunu dışarıdan onun vücudunda dolaştırarak. "Bir de onu sevdiğini söylüyorsun."
Gözlerinde tutku ve aşkı, çaresizlik ve hiddeti bir arada gördüm. "Nalan'a olan sevgimi karıştırma."
"Sen kendini seviyorsun."
"Nil, Nalan ile Deren'in hayatından çıkacak. Böylelikle yolları sonsuza kadar ayrılacak." Bunun gerçekten olacağından emin gibi kafasını salladı, sakinleşip gülümsedi. "Nalan tamamen benim olacak."
"Çok çaresiz görünüyorsun," diye fısıldadım, dudağımın ucuyla. "Ne kadar aptalsın, bir annenin çocuğunu unutabileceğini düşünüyorsun. O beynini dağıtmayı şimdi daha çok istedim."
Silahıma dik dik baktı ama onu daha çok sinirlendiren içindekinin Deren'e ait bir kurşun olmasıydı. Ona ait bir kurşunla ölmeye dayanamayacak kadar kibir doluydu. "Nalan'a üzülseydin kızını getirirdin. Gözlerinin içine bakarak yalanlar söyledin."
"Ve sen, hepsini dinledin."
Gözlerindeki ateşin korkutan değil, düşündüren bir tarafı vardı. İyi bir düşman mı yoksa aptal bir düşman mı olacak, henüz ayırt edemiyordum. "Artık defol.”
"Eninde sonunda sen kaybedeceksin," dedi, sözcükler dudaklarından tane tane dökülürken başını sallıyordu. "Deren beni değil, seni öldürecek. O gün geldiğinde hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi ölümünü seyredeceğim."
Dudağımın kenarı kıvrıldı. "Belki onların mutlu aile tablosunu da seyredersin."
Gözlerini benden çekmeden arabamın kapısını açtı ve ayağını dışarıya atarken, gözlerinde bir parıltı belirdi. "Ve belki bu mutlu aile tablosu sadece bana acı vermez."
Kapıyı açtı ve arabadan indikten sonra gitmeden orada dikildi. Tuşa dokunup arabamın tüm kapılarını kilitledim ve bir daha yakın mesafedeyim diye arabayı açık bırakmamayı aklıma kazıdım. Aptal kafam, yaşadıklarımdan sonra nasıl tekrardan kapıyı açık bırakırdım! Dönüp silahımı torpidoya geri bıraktıktan sonra aynadan arkaya, ona baktım.
Dişlerimi sıkarak arabayı çalıştırdım ve önce ileriye atıldım, sonra sertçe geriye doğru, onun üzerine sürdüğümde Derya hızlıca kendisini yan tarafa atıp ellerini iki yana kaldırdı. Arabanın içinden duyamasam da, "N'apıyorsun?" dediğini anladım.
Bir daha arabayı onun üzerine, geri geri sürdüm ve bunun üzerine kaldırıma çıktığında, yanımdaki camı indirip ona baktım. "Küçük bir uyarı canım, bu kadar kırılgan olma," dedim gülümseyerek.
Aramızda buz gibi bir bakışma yaşandı ve dudaklarını sımsıkı kapatıp başını ağır ağır salladı. İçeriye girip camı kapattım ve direksiyonu kavrayıp gaza yüklendim. Sokaktan süratle ayrılırken gözlerimi ön cama odakladım. Hayatımın en parçalanmış ve güçsüz zamanını yaşıyordum ama bunun anlaşılmasına da, kullanılmasına da izin vermeyecektim.
Arabamı otoyola çıkardım ve arkamı sık sık kontrol edip takip edilmediğimden emin oldum. Derya en başından beri bir şeyler biliyordu, Nil'in nerede yaşadığını da öğrenmiş olabilirdi. Yumruğumu sinirle direksiyona indirip buna nasıl bir çözüm bulacağımı düşündüm. Evden uzaklaşmalıydım, hem gözlerden de uzaklaşmış olurdum. Otel olmazdı, gözden uzak bir ev lazımdı.
Kendi yaşadığım yere gelip arabayı otoparkta bıraktım ve daireye asansörle çıktım. Anahtarı deliğe yerleştirirken içeriye kulak veriyordum. Adımımı eve attığımda koridor ışığının hâlâ yandığını gördüm, çok sessizdi. Salona baktığımda Gece'nin uyuyor olduğunu gördüm, hafifçe horluyordu. Güya burnunda et varmış da o yüzden horluyormuş...
Kendi odama doğru geçtim ve kapıyı yine aralık şekilde görüp içeriye girdim. Attığım ilk adımda da hareketsizleştim. Yatakta Nil'in varlığını görmemek beni dehşete düşürdü ve ancak birkaç saniye sonra yeniden hareket ettim, duvara dönüp hemen ışığı yaktım. Gözlerimi hararetle odanın içinde dolaştırmaya başladım ama burada yoktu. Panik içinde beşiğe koştum, içine baktım ama orası da boştu. Ellerimi beşikten geri çekip kendi etrafımda döndüm ve ardından koridora koştum, sırasıyla tüm kapıları açıp baktım. "Nil! Nil neredesin?"
Karina'nın odası, boş oda, mutfak, banyo... Yok, odaların hiçbirinde yoktu. Salona koşarak girdim ve oranın da ışığını yakarken, Gece'nin uykusundan, "N'oluyor?" diye uyandığını gördüm.
Başım dönmeye başlarken kalbimin boğazımda attığını hissettim. "Nil," dedim, adını Deren gibi, iki kez kekeleyerek söyledim. "Nil yok, yataktaydı ama şimdi yok. Her yere baktım ama yok..." midem bulanırken kontrolümü kaybederek Gece'ye yaklaştım, o koltukta yeni doğrulmuşken kolunu sıkıca kavradım. "Nerede? Nil nerede Gece?"
Uykulu gözlerini kırpıştırıp odaya baktı. "Nasıl yok? Odadaydı, nereye gidecek kendi kendine?"
"Ya kapıyı açıp çıktıysa!" Diye bağırmaya başladım onun kolunu çekiştirip gözlerimden alevler saçarken. Kaybetme korkum derinden yüzeye çok hızlı çıkmıştı, bense derinlikte kalmış, boğulmaya başlamıştım. "Arkamdan kapıyı kilitlemedin mi? Nasıl kaygısızca uyuyorsun, hiç mi ona bakmadın?"
Paniklemeye başlayıp, "Kapı kulpuna bile uzanamaz ki," dedi. Gözleri kaygı ve dehşetle dolmaya başlamıştı. "Neden uykudan uyanıp bir anda çıksın Karmen, hiçbir şey anlamadım ki."
"Yoksa..." bir kere yaptı, beni kandırdı. Gelecek, anların gölgelerini tekrar etmez mi, bir kere yapan yine yapmaz mı? "Bana oyun mu oynuyorsun Gece? Onu bana getirdiğin gibi, şimdi benden götürüyor musun?"
"Hayır," dedi, alınmış görünerek. "Hayır, bir şey yapmadım, sadece uyuyordum..." gözlerime bakarken sesi kırgınlıkla alçaldı. "Neden yapayım, ne amacım olur?"
"İlkinde amacın sadece benim mutluluğum muydu?" diye bağırarak kolunu savurdum ve arkamı döndüğüm gibi odadan çıktım. Sokak kapısına koşup kapıyı açarken, arkamdan, "Her yere baktın mı?" diyerek geldi.
Apartmana çıkıp merdiven boşluğuna eğildim, aşağıdaki katlara doğru bakıp sonra alt kata inmeye başladım. "Daha önce hiç yapmadı, evden çıkmayı denemedi, şimdi neden yapsın?" dedi.
"Çünkü çocuk, her şeyi yapabilir," diye tısladım, yalnız kalbim değil ruhum da yerinden çıkıyormuş gibi hissederken.
"Yemin ederim ki bir şey yapmadım Karmen, neden bana böyle davranıyorsun?"
"Hiçbir şey yapmamış olsan bile onu kaybettin Gece!"
İndiğim katta başımı etrafımda çevirdim, Nil'in izini, sesini aradım. Geç olduğu için etrafta kimse yoktu, güvenlik kameralarının hapsindeydik. Bir alt kata daha inerken boğazımda oluşan yumru yüzünden nefes alamadım, nefes alamamak gözlerimi doldurdu ve vücudum sıcakladı. İndiğim diğer kata da bakıp Nil'i ararken aklım iyice bulanmaya başladı, onu kaybettiğimi gerçekten idrak ederken, "Nil?" diye seslendim boşlukta.
Gece beni tutup, "Kameralar çalışıyor, adını söyleme," dedi.
"Umurumda değil! Onu bulmam lazım, ona... Ona bir şey olduysa n'aparım ben?" Göğüs kafesim kırılmış ve kemikler kalbime batmış gibi nefesim kesildi bir saniyede. "Ona bir şey olamaz, onun canı da yanamaz. Ben onu babasına götüreceğim... Kendime söz verdim, ona hiçbir zarar vermeden babasına teslim edeceğim..." gözlerimden yalnız Karina ve Nil için akacak o yaşlar akmaya başladı. "Canı yanarsa, Nil korkarsa, ben ona zarar vermiş olursam... Düşüncesine bile tahammül edemiyorum, şuracıkta öleceğim sanki."
"Nil'e hiçbir şey olmuş değil, ölümden bahsedip durma!" Başını çevirip etrafımı kontrol etti, birilerinin karanlıkta ortaya çıkmasından tedirgindi. "Evin içinde bir yere saklanmıştır, çocuk sonuçta... Dolaplara baktın mı, kesin oyun oynamak için girmiştir."
"Siktir... Hayır, bakmadım." Doğru ya, saklanmış olabilirdi, en son saklambaç oynamıştık.
"Gel, daireye çıkalım," dedi Gece ve asansörlerin oraya koştu, bir tane çağırdı. Kendi kendisine kafa sallayarak, "Evin içinde, eminim," dedi.
Asansör geldiğinde kendimi içine atıp hızla tuşa bastım, iki kat çıkarken tırnaklarımı avuçlarımdan bir kez olsun çekmedim. Asansör kapıları açıldığı an dışarıya fırlayıp karşıdaki daireme koştum, açık bıraktığım kapıdan girerken Gece'de peşimden geldi. "Dolabına bak, saklambaç oynarken de oraya saklanmıştı."
Önümü bile göremeden dolabıma gittim. Kendime çok öfke duyuyordum, o saniye ellerimi görmeye bile tahammül edemiyordum. Dolabı açana kadar boğuluyordum, dolabı açıp içerinin boş olduğunu görünce de boğulmaya devam ettim ve yıkılarak geriledim. Kabul etmek istemeyerek başımı iki yana sallarken, "Yoksun," diye fısıldadım, tüylerim ürperirken. "Nil, aşkım... Aman Tanrım, bu yaşanıyor olamaz, onu kaybetmiş olamam, ona bir şey olmuş olamaz..." başımı kapıya çevirdim, korkak adımlar atıp koridora çıktım. Gece Karina'nın odasından nefes nefese çıkıp bana, sonra da odama doğru bakıp elini dudaklarına götürdü. Gözlerinden söylenmemiş kelimeleri okudum. Sessizlik evin içinde çınladı ve kan kulaklarımdan sızmaya başladı. "Yok," dedim. "Karina gibi Nil'de bir anda yok oldu."
Durup evin içini dinledi, hâlâ bir ses duymayı bekliyordu. Çaresizliğin tadını alınca yüzünü buruşturup, "Bakmadığımız başka yerler vardır," dedi. Sonra evin içinde hareket etti, gözden kayboldu, kapı ve eşya sesleri geldi. Boğazımdan bir keskin hıçkırık sesi yükseldi ve aynı korkular, hisler üzerime yürüdü. Duvarların arasında sıkışmaya başladım, sırtımı arkama yaslayıp kalbimi tuttum. Öyle bir boğuldum ki, derinliğin tadına vardım. Omuzlarımdan tekrar tutulana kadar kendimi kaybettim, Karina'nın yaşadıklarını Nil'e yaşatmakta olduğumu düşününce derimin üzerinden buz gibi alevler fışkırdı. "Nil'e bir şey olacak, benim yüzümden, benim yüzümden..."
Gece konuşmaya başlıyordu, uğuldayan kulaklarımda çınlıyordu sesi. "Bulacağız onu, bir yerden çıkacak. Mantıklı bir açıklaması olmak zorunda bunun."
Parçalarına ayrılmamalısın, tutmalısın, Nil'i bulmalısın... Nil'i kaybettim değil mi? Kızım gibi onu da koruyamadım. Belli ki ben... Bu dünyaya anne olmak için gelmemişim.
"Kim girdi eve, kim aldı onu benden..." kalbim bir anda alevlendi, sıvılaşıp boğazımdan adeta yükseldi. Son yaşanılanları hatırladım ve gözlerimi açınca Gece'nin endişeyle yüzümü izlediğini gördüm. Soluğumun ardından, "Derya," dedim tıslayarak. "O yaptı."
Gözlerini kırpıştırmaya başladı. "O şey değil miydi ya? Nil'in üvey babası? Nereden çıkardın onun yaptığını?"
"Oyun oynadı benimle, alçak."
"O adam bir şey mi yaptı?" diye sordu.
"Kendini öldürtecek haberi yok." Dairemden çıkıp asansöre ilerledim ve asansörü açarken, Gece'ye omzumun üzerinden baktım. "Umarım beni yine kandırmıyorsundur Gece."
Kafasını şiddetle iki yana sallarken çenesi duygusallıkla titredi. Gelen asansöre binip ona sırtımı döndüm ve otoparka inerken yanaklarıma düşen gözyaşlarını acımasızca sildim. Anahtarımı cebimden alıp arabama bindim, otoparktan ayrılırken gözlerimi kan bürümüştü. Nabzım hızlı atıyordu, arabayı nereye gittiğimi bilmeden sürüyordum. Derya'yı nerede bulacağımdan haberim yoktu, yaşadığı evini veya nerelerde takıldığını bilmiyordum. Arabam caddeye ulaştığında durup arkama yaslandım ve ellerim direksiyonu sımsıkı tutarken camlardan dışarıya, simsiyah gökyüzüne baktım.
"Ya şimdi duygularınla sürüklenip dağılacaksın, paramparça olacaksın Karmen. Ya da gözyaşlarını tutup içine derin bir nefes çektikten sonra Nil'i bulmak için acını kalbine gömeceksin, hep yaptığın gibi..."
Gözyaşlarımı tutup içime derin bir nefes çektim, sonra da acımı kalbime gömdüm. Ama şimdi ne yapacağım? Nasıl yapacağım? Nil'i de Karina gibi kaybedersem... Deren'e beni öldürmesi için yalvarırdım.
Kafamı iki yana savurup, "Derya'yı bulmalıyım," dedim kendime. "Ama nerede?" Hepsi sık sık emniyete gidiyordu, oraya gidip bekleyebilirdim. Fakat oraya hep Nalanla gidiyordu, onu nasıl yalnız yakalayacaktım?
Nil'e zarar verdiyse, onu çoktan incittiyse?
Onu öldürür müydüm? Öldürürdüm.
Derya Nil'i aldıysa neden onu götürmemi istemişti ki? Benimle konuştuktan sonra eve gidip Nil'i almış olamazdı, evimi bildiğinden bile emin değildim. Fakat en şüpheli davranan oydu, bu yüzden Derya'yı bulmam gerekiyordu.
Emniyete gittim ve karanlıkta arabamın ışıklarını söndürüp Derya'nın Nalan ile buraya gelmesini bekledim, ona ulaşmanın başka bir yolunu bilmiyordum. Geçen her dakika o kadar yavaştı ki, çıldıracağımı sandım. Gözlerimi emniyet binasına giren hiçbir arabadan ayıramıyordum, fark edilmemek için de arabamı tenha bir yere çekmiştim. Saatler geçerken burada beklemekten başka hiçbir şey yapamıyor olmak beni delirtti, Nil'e neler olabileceği bir saniye bile aklımdan çıkmadı. Karina için nasıl korktuysam, öyle korktum.
Sabah ışıkları emniyet binasına vurmaya başladığında telefonumu kontrol ettim ama Gece'den hiçbir arama yoktu, Nil bir şekilde eve geri dönmemiş demekti. Çok çaresizceydi, çünkü kimseye onun kaybolduğunu söyleyemiyorduk. Saatimi kontrol edip kafamı arkaya vururken, gözüm otoparkın girişine takıldı. Tanıdık arabayı gördüğüm an heyecanla nefesim kesildi. Bu Nalan ile Derya'nın arabasıydı. Buraya geldiklerine göre yeni bir haber var demekti.
Arabayı Derya kullanıyordu, indi ve Nalan'ın yanına yürüyüp onun belini tutarken bir şeyler söyledi. Emniyet binasına ilerlemelerini izlerken aniden yüksekten cereyan eden siren sesi duydum ve çığlık atarak kafamı cama çevirdim, bir polis arabasının girdiğini görüp gözlerimi kocaman açtım.
Bu sesi yok etmek istiyorum.
Elimi, çığlımın çıktığı dudağıma kapatıp Karina'nın kayboluşuyla ilgili her ayrıntıyı zihnime gömmeye çalıştım ve ardından kapımı açtım. Saçlarımla yüzümü kapatarak binaya girdim. Asansörü kullandım ve onlar hep müdürün odasına çıktıkları için ben de o kata çıktım. Birkaç kişiyle beraber kullandığım asansörden indiğimdeyse başımı yavaşça önümden kaldırdım, merdiven kenarına doğru yürüyüp kendimi dikkat çekmeden saklarken müdürün odasına baktım. Nalan ile Derya içeride olmalıydı, acaba ne haber gelmişti?
Ya gerçekten Nil'e kötü bir şey olduysa?
Telefonumla meşgulmüşüm gibi davranarak odadan çıkmalarını bekledim. Aradan geçen on dakikadan sonra kapı sesi o taraftan gelince saçımı yanağıma örterek baktım ve Derya'nın bir memurla çıktığını gördüm. Memur sol tarafa giderken Derya asansörlerin olduğu yere yürümeye başlamıştı. Duvar arasından çıktım ve Derya'nın çağırdığı asansöre ilerledim. Derya asansöre adımını attığı anda kafamı kaldırmadan arkasından girdim ve başka kimse gelmesin diye direkt kapıları kapattım. Derya başını benden tarafa çevirdi ve kafamı kaldırıp da kendisiyle göz göze geldi. "Sana bıçak çektim diye bundan sonra peşimde mi dolanacaksın?"
Cevap vermedim ve gözlerimden çıkan ateşleri görüp asansör tuşuna bastığında, yerimden atılıp onun yakasına yapıştım. Arkadaki asansör duvarına bastırdığımda gözleri kocaman açıldı. "Tek bir kez soracağım," dedim, nefret saçarak. "Nil nerede?"
Şoke olmuş suratı, sözcüklere dökülmemiş bir şeyleri ifade etse de konuşmasını istedim. "Aptal mısın, Nil sende ya," dedi. "Şimdi ne oyunu çeviriyorsun?"
"Asıl oyunu çeviren sensin!" Dedim ve kolumu bırakması için dizimi kaldırdım, bacaklarının arasına kuvvetli şekilde vurduğumda gözbebeklerine yansıyan şiddetli acıyı gördüm. Nefesi ağzından boşaldı ve kolumdaki parmakları derime gömüldü. "Nil'in nerede olduğunu söyle. Yoksa seni bu dünyadan, bir parçan bile kalmayana kadar silerim."
"Sen ciddisin?" dedi. "Nil'i kaçırdın ve şimdi de onu kaybettin, öyle mi?"
Gerçeklik kelimelere döküldüğünde zihnimdeki her şey bir suyun içinde dalgalara karışıyor gibi hissettim. "Onun benimle olduğunu bilen sadece sendin, sen aldın," dedim, bir yılan gibi tıslayarak. "Masum görünmek için de dün gece beni kıstırdın ama belki bana bıçak çekmeden bile önce Nil'i almıştın!"
"Sana inanamıyorum, aptal!" Dedi, parmağını koluma sertçe bastırarak. Bunu yaptığı ve bana hakaret ettiği için elimi gömlek yakasının etrafına dolayıp nefesini biraz daha kestim. "Elinde Nil gibi bir koz vardı ve sonu kaybettin! Aptalsın, aptal!"
"Sen aldın!"
"Saçmalama, ben alsam seninle mi uğraşırdım!" Elini yanına açıp bir şeyleri anlatmaya çalışıyormuş gibi göründü. "Nil'i bulmuş olsaydım çoktan onunla işimi bitirirdim!"
Onu öldürmemi isteyecek kadar aptalca konuşuyordu. "Nil ile ölüm kelimesini, imasını bir arada kullanırsan asıl ben seninle işimi bitiririm."
Yüzüme eğildi. "O zaman Nil'i bulan kazanır!"
Dolu bir silahı ağzının içine boşalttığımı hayal ettiğimde kalbimin her atışı nefret dolu olmaya başladı ve onun yakasını bıraktığım an, asansör kapılarından gelen sesi duydum. Derya başını benden önce çevirdi ve gözlerindeki duygu katılaştığında ben de yana baktım. Deren'i gördüm ve yalnız boğulan ben, artık o kadar da yalnız hissetmedim. Kara gözler Derya'nın hâlâ tuttuğu koluma odaklıyken, asansörden içeriye girip karşısına dikildi ve kolunu serçe kavrayıp kolumun üzerinden çekerken, gözlerini Derya'dan almadı. "Seni daha ne kadar fazla öldürmek isteyebilirim, bunu mu test ediyorsun?"
Vücudumun Deren'e yaklaştığını fark ederken, Derya'nın gözleri kolunu ve sonra Deren'in yüzünü izledi. "Bu kadar hiddetlenme," dedi. "Ama yok... Anlıyorum. Bir zamanlar sahip olduğun her şey şimdi benim olduğu için korktun."
Asansör kapıları tekrar kapandı ve asansör aşağıya hareket ederken, Deren'in elleri takip edemediğim bir hızda hareket etti. Derya'yı boğazından kavrayıp birkaç dakika önce yaptığım gibi asansöre çarptığında, müdahale edip etmemek konusunda kararsız kaldım. Derya gözlerini öfkeyle yumarken, Deren tıpkı kâbusumda bana yaptığı gibi Derya'nın boynunu nefes alamayacağı kadar sıktı. "Ben özgür bıraktığım için şimdi seninle," dedi, alçak tondaki sesiyle. "Ben kaybetmem, özgür bırakırım. Çünkü niye biliyor musun, benden gidilmez."
Derya gözlerini açtığında bakışları intikamla yanıyordu. İntikamı kelimelerle alarak, "Nil'i de mi özgür bıraktın?" dediğinde, Deren'ın şakağında atan damarı gördüm. O saniye elimi sırtına koyup, "Dur," diyordum ki, asansör kapıları açıldı ve Deren Derya'yı dışarıya fırlattı. Derya düşerek geldiğimiz katın koridoruna kapaklanırken öfkeyle bağırdı ve Deren'de dışarıya çıkıp onun üzerinde eğildi, kükreyerek kabanından tuttu. "Kızımın adını ağzına almayacaksın! Dudaklarından bir daha Nil'in ismi çıkmayacak, o hiçbir zaman sana kaybettiğim bir şey olmayacak! Nil hiçbir zaman senin olmayacak, adın onunla yan yana bile gelmeyecek!"
"Nalan'ın kocasıyım, Nil'in de üvey babasıyım," dedi Derya, eğlenerek.
Deren, yerden kalkmaya çalışan Derya'ya bir tekme savurup, "Nil'in babası benim!" Diye bağırınca, başımı sağa ve sola çevirdim. Karanlık sayılabilecek bir katta olduğumuzu gördüm, eksi kaçıncı katta olabileceğimizi düşündüm. Az ileride yemekhane görünüyordu, etrafta kimse yoktu. "Sana bir kez olsun baba demeyecek, seni baba yerine koymayacak! O beni seviyor, babasının kızı!"
"Aylarca beraber yaşadık, nereden biliyorsun bana baba demediğini?"
Deren'i kışkırtan bu kelimeler, cehennemden içeriye girmeden önce yaptığı son kötülükmüş gibi zaferle dökülüyordu Derya'nın dudaklarından. Elimi saçlarım arasından geçirip yeniden ona yaklaştığımda, Deren'in kontrolü kaybetmiş ellerini gördüm. Bu yüzden, Derya onu sertçe iterek yana düşürdü ve üstüne çıkıp boğazını sıkmaya başladı. "Yerde havalar nasıl?" diyerek güldü.
Deren'in cayır cayır yanan gözlerine kıyasla dudaklarından dökülenler çok sakindi. "Sen söyle, seni her zaman yere seren benim."
Derya'nın elleri sıkılaştı ve Deren'i boğarken, hep bunu beklemiş gibi hiddetlendi. Yerde yuvarlandıkları için benden uzaklaşmışlardı, etrafıma baktım ve yakından konuşma sesleri duyunca işi bitirmek için onlara yaklaştım. Deren, kolunu Derya'nın boğazına sarıp onun kafasını sıkıştırmaya çalışırken, soluğu yanlarında aldım ve ayağımı kaldırıp sertçe Derya'nın sol açıklığına yapıştırdım. Aldığı darbeyi hesap edemediği için Deren'in üzerinden kontrolsüzce yan tarafa, sırt üstü düştü ve ikisi birden kafasını çevirip bana baktı. "Polis geliyor."
Deren'in gözlerindeki alevler gözlerimde, birkaç kalp atışı kadar kaldı ve sonra doğrulup öksürmeye başlarken, Derya'da belini tutarak kalktı. Deren kafasını çevirip ona baktı. Tekrardan kalktı ve ona doğru gidiyordu ki, bir kapı açıldı ve iki polis memuru sol tarafta göründü. Bizi gördüklerinde durup Deren ile Derya'nın dağılan kılık kıyafetlerini süzdüler. "Bu kata yalnızca çalışanlar inebilir," dedi polislerden birisi. "Beyler, n'oluyor?"
Deren'e bir adım gidip kolunu arkasından tuttum. Çelik kadar sertti vücudu. "Biz de gidiyorduk polis," dedim ve gözlerimi yukarıya kaydırıp Deren'e baktım. Komut almış gibi polislere karşı iki kez kafasını sallayıp gerilediğinde, onunla hareket edip arkamı döndüm. Deren, zaten katta olan asansörü açtı ve içeriye girip kapılar kapandığı an bağırarak yumruğunu asansörün kapısına geçirdi, nefes almadan yumruklamaya başlayıp küfürler savurdu. Elimi bir kez uzattım, sonra geri çekip yanımda sıktım. Zaten yaralı olan elleri asansörün kapılarıyla buluştukça içeride ses yankılandı ve birazdan başını önüne eğip, inleyerek geriledi, sırtını yarım şekilde arkaya yaslayıp asansörün tavanına bakmaya başladı. Teni kızarmıştı, yenilemez görüntüsü net olmasına rağmen gözleri bulanıktı. Kulakları o kadar kırmızıydı ki, sanki kan sızıyordu.
Asansör içindeki uğultu hafifleyip geride sadece kalp atışları kaldığında, "Senden istediği bu," dedim. "Ona istediğini verme."
Sesimi duyduğunda kan bürüyen bulanık gözler bana döndü. Dudakları ayrıktı, her nefes alışverişini görebileceğim kadar. "Onu, benden ne istediğini bilecek kadar tanıyor musun Karmen? Umarım tanımıyorsundur."
Midemdeki ısınmayı hissedip asansör düğmelerine baktım. Gitmek istediği katı tuşladım. "Tanımadığımı biliyorsun."
Karşıma geçtiğinde nefesinin sesi daha belirgin oldu, parmak boğumundan sızan kan damlası o an yerle buluştu. Aramıza düşen kan damlasına bakarken, başını bana doğru alçaltıp kulağımın yanında soluk alıp verdi. Bir şey demesini bekledim, çünkü ancak konuşmak için yanıma geldiğini düşünüyordum ama hiç konuşmadan yüzümü izledi. Sanki ne demesi gerektiğini anlamış olmalıydım, konuşmasına bile gerek kalmamıştı.
Burnumun üstündeki kısa saçımı parmağının tersiyle alıp kenara iterken, "Seni kızdırdı mı?" diye sordu. "Saçmaladığına eminim."
"Kızdığımı nereden çıkardın?"
"Sen kızdığında anlarım." Üstüne kattı. "Anlıyormuşum."
"Nasıl anlayacaksan..."
Parmağı varla yok arası şekilde saç tutamımda dururken, "Anlarım dediysem anlarım," dedi. "Yalan satmıyorum. Sana öyle davranamaz. Neye kızdın?"
"Yalan söylememenden bana ne?" Asansör düğmesine bir daha sertçe bastım ve gözleri bunu takip etti. "Kızmadım, düşüyordum, Derya tuttu beni."
Saçımı bıraktı. "O seni tuttu, sen de ona tekme attın öyle mi?"
"Sadakat, övündüğüm bir duygum değildir." Asansör titreyerek durunca gözlerimi kaldırıp ona baktım. "Zamanında sözlümü de aldattım."
Asansörden çıkıp sol tarafa bakınca müdür odasının kapısını gördüm ve Deren birkaç saniye sonra asansörden ayrılıp emniyet müdürünün odasına ilerlerken, omzunun üstünden bana baktı. Çenesi sıkıydı. "O hâlâ hayatında mı?"
"Kim?"
Seğirdi yüzü. "Sözlünü aldattığın adam."
Deren'e doğru yaklaşıp yanından geçerken gözlerimi gözlerinden ayırmadan cevapladım. "Değil."
Önüme döndüğümde bakışları bir ağırlıkla sırtımda dolaşmaya başladı. Gelen haberlerin ne olduğunu merak ederek müdür kapısına yaklaştığımda, kapı içeriden açıldı ve müdür, Nalan'la çıktı. Önce hangisinin bana burada ne işim olduğunu soracağını düşünürken, Deren sessizce genzini temizleyerek müdüre kadar yaklaştı. "Arkadaşlar aradı, bir görgü tanığı çıktığını söylediler."
Nalan öfkeli gözlerini benden çekip Deren'e bakmaya başlarken, "Başka bir kayıp çocuk için gelen ihbarmış," dedi, sesi kızgındı. "Alay eder gibi çağırdılar bizi buraya, fakat yanlış anlaşılma olmuş!"
Deren'de duyduklarından sonra müdüre yaklaşıp, "Öyle mi?" dedi doğrulamak isteyerek. "Bu nasıl anlaşılabilir? Bin tane mi kayıp Nil var? Ama eminim Nil Ateş bir tanedir değil mi?"
"Deren, Nalan... Öfkenizi, hassasiyetinizi çok iyi anlıyorum ama ilk saatten beri sizler için çabalıyoruz." Uzanıp Deren'in omzunu sıkınca, Deren'in gözleri o eli takip etti. "Sizi arayan memur arkadaş zaten çok mahcup oldu, başka bir kayıp kız çocuğumuz var Nil diye, onun ailesine ulaşmak istemiştik."
"Beni sadece kızım ilgilendiriyor," dedi Nalan, gözyaşları yüzünden sicimle aşağıya iniyordu. "Sabahlara kadar gözüme uyku girmeden ondan haber bekliyorum, her çalan telefonu kalbim ağzımda açıyorum. Beni yanlış aradığınızı söyleyip böyle hayal kırıklığına uğratamazsınız!"
Deren arkasını dönüp koridorun diğer ucuna doğru birkaç adım atarken ellerini belinin iki yanına yasladı. Emniyet müdürü, "Bizim için her kayıp çocuk çok önemli," dedi. "Nil'i bulacağız kızım, yüreğini ferah tut."
Nalan kafasını iki yana salladığı gibi arkasını döndü ve eli yüzündeki yaşları silerken, hıçkırarak koridorda ilerledi. Başımı ona çevirdim ve emniyet müdürü Deren'in yanına ilerlerken, Nalan'ın arkasından birkaç adım attım. Hıçkırık seslerini arkasında bırakarak ilerliyordu. Nille ilgili kötü bir haber olmamasının rahatlığı göğsümü doldururken, Nalan'ın arkasında durarak, "Bir şeye ihtiyacın var mı?" diye sordum.
Arkasından ilerlediğimin farkında değilmiş gibi şaşkınca bana baktı. "Kızımdan başka hiçbir şeye ihtiyacım yok." Burnunu nazikçe çekip pürüzlü nefesler aldı. "Siz neden buradasınız? Yine... Derenle mi geldiniz?"
"Hayır, beni de aradılar," dedim.
"Sizi mi?" Kaşlarını bir hizada çatıp, "Neden sizi arıyorlar her defasında anlamıyorum," dedi. "Boşuna buraya kadar gelip yorulmuş oluyorsunuz."
"Yorulmuyorum," dedim. "Nil'i kimin kaçırdığını gördüğüm için bir şüpheli yakalandığında arıyorlar, gelip görmemi istiyorlar. Bu kez ben de sizin gibi yanlış aranmış olmalıyım."
Başını sallarken, "Maalesef hevesim kursağımda kaldı," dedi. "Ben sizi... Sen diyebilir miyim?"
"Diyebilirsin."
"Ben seni yine Derenle yan yana görünce beraber geldiğinizi düşünmüştüm," dedi, mavi gözlerini gözlerimde tutarak. Konuyu Deren'in etrafında dolandırıyordu, sanki hepsi tesadüftü, Derenle alakam yok, dememi bekliyor gibiydi.
Bunu demek yerine, "Sakıncası var mı?" diye sordum.
Dudaklarını birbirine bastırışında bir yumuşaklık değil, stres vardı. Çenesi hafifçe öne çıktı ve zoraki şekilde kafasını iki yana sallarken, arkamdaki asansörden ses geldi. Nalan'ın gözlerini takip ettim ve bakışlarının büyüdüğünü görüp omzumun üzerinden baktım. Derya, elinde dumanı tüten bir içecekle Nalan'a doğru yaklaşıyordu. Kıyafetleri hâlâ dağınıktı, Deren onun kadar dağılmamıştı.
Nalan ona ilerlerken, "N'oldu, iyi misin?" diye sordu.
Derya elindeki çayı Nalan'a uzatırken, "İyiyim," dedi. Beni görmesi için başını hafifçe çevirmesi gerekti ve sonra da benim omzumun üstünden Deren'e baktı. "Yolda iki kez duvara çarptım. Şimdi iyiyim."
Yanlışın var, duvarlar sana çarptı.
"Duvara mı çarptın?" Nalan Derya'nın bakışlarını takip etti ve Deren'e bakarken yutkundu. "Yine sana mı sataştı?"
Derya karısına döndü ve eğilip alnından öperken, "Gel, burası seni mahvediyor, dışarıya çıkalım," dedi.
Nalan sırasıyla benimle Deren'e baktı ve Derya'nın yanında asansöre ilerledi. Derya'ya dişimi sıkarak asansör kapılarının kapanmasını izledim ve sonra ayağımı sertçe yere vurup elimi saçlarımdan geçirdim. Doğruyu mu söylüyordu? Nil onunla değil miydi?
O zaman... Bebeğim neredeydi?
Omzumun üstünden baktım ve Deren'in müdürle hararetle konuştuğunu gördüm. Yüksek sesle konuşuyordu, buraya boş yere çağrıldığı, hayal kırıklığına uğradığı için kızgındı. Emniyet müdürü kolunu tutup onunla daha sakin konuşmayı denese de Deren kolunu savurup geriledi, bu tarafa yürürken gözlerinden nefret saçılıyordu.
Yanımdan geçip asansöre ulaşınca neredeyse yumruklayarak asansörü çağırdı, ben onu izlerken de kafasını çevirip bana doğru baktı. Dudaklarından dökülmeyen kelimeleri gözlerinden okudum ve yanına ilerleyip, o gelen asansöre binerken takip ettim. Kapılar kapanınca elini saçları arasından geçirip, "Aklımı kaybedeceğim," dedi. "Nil'i biraz daha görmezsem aklımı kaybedeceğim."
Nil... Bu kez gerçekten kayıptı.
"Aklını falan kaybedemezsin," dedim sertçe. "Nil'i bulacaksın, aklını kaybedemezsin..." kolunu tuttum ve elim buz gibi tenine temas edince onu kendime çevirdim. "Nil'i bulacağız."
"Dayanamıyorum, anlıyor musun?" diye bağırdı, sanki yaşadığı acıyı bir türlü anlatamıyormuş gibi, yakınarak. "Kızımın nerede olduğunu bilmemeye dayanamıyorum! Kaybolduğu ilk an nasıldı, neyi fark etti, neyden korktu, kimden korktu... Ne yedi ne içti susadı mı, çişi geldi mi, korkudan altına yaptı mı, üşüdü mü, terledi mi, birisi ona... dokundu mu... Ya da... Ağladı mı? Düşünüyorum da çok ağladı mı... Tüm bunları bilmemeye dayanamıyorum, nasıl aklımı kaybetmeden bu kadar gün geçti onu da bilmiyorum!"
Bunların hepsini ben de düşündüm Karina'yı kaybettiğimde. Bilinmezlik cehennem gibiydi, ya da doğrudan cehennemin kendisiydi.
"Sesini duydun," dedim, kolunu daha da sıkıp ona yaklaşırken. Omzunun hizasına geliyordum, üstüm onun tişörtüne değiyordu. "Nil hayatta, sağlıklı."
"Sesini duydum," diye tekrar etti beni, başını aşağı yukarı sallayarak. Göğüs kafesinden, yumruk yiyormuş gibi sesler geliyordu. "Ama ya sesini duymadan öncesi? O telefondan önce ne yapıyordu kızım, o telefon kapandıktan sonra ne yaptı? Oturuyor muydu? Yatıyor muydu? Karnı aç mıydı? En son ne yemişti? Yanındaki kimdi? Ona nasıl davranıyordu? Nil ne hassastır bilmezsin, biraz üşütsün ateşi çıkar, kulakları kızarır, sesi titrer mahsunlaşır... Ya üşüyüp ateşlendiyse, ağlaya ağlaya bizi sayıkladıysa ve ben... sokak sokak onu aramaktan başka bir şey yapamadıysam?"
"Kendini yetemiyormuş gibi hissediyorsun, anlıyorum..." sözcüklerin bu durumda hiçbir önemi yoktu, hele benden duymasının hiç mi hiç yoktu. "Onu sürekli arasan da yetmiyor, sokak sokak gezsen de eksikmişsin gibi geliyor. Bir taşın bile altına bakmak istiyorsun, küçücük bir taşın bile... Orada olmadığını bildiğin halde bir mucize bekliyorsun... Sokaklar yetmiyor, tüm evlere girip bakmak, kızını bulmak istiyorsun." Kendimin, Karina'yı bulmak için çöp kutularına bile baktığım birkaç anıyı hatırladım. "Tek bir an için nefes alıyorsun, kızının sana geri döneceği o an için."
Beni omuzlarımdan sıkıca tutup çekerken, "Anlayabilirsin ama hissedemezsin," diye fısıldadı, sesi kısıktı ama hiddetini hissediyordum. Sanki anlaşılmak ona kızını geri getirecekti, sanki ne kadar acı çektiğini öğrenirsem kızı geri gelecekti. Öyle paralarcasına anlatmaya çalışıyordu kendini. "Böyle teselli etme beni, gözlerinle de öyle bakma."
Merak ediyorum, acaba bir gün onunla aynı şeyler hissettiğimi öğrenir mi?
Ne yapar o zaman?
"Öyle derken?"
"Öyle işte." Gözlerini ellerinin altında duran, farkında olmadan kavradığı kollarıma bakıp sertçe yutkunduktan sonra ellerini bir süratle çekip beni bıraktı. Ağır elleri yok olunca, varlığının ne kadar yer kapladığını fark ettim. "İyi," dedim, duygusuzca. "Bir daha teselli etmem."
Asansör kapıları açıldı ve çıkmak için sertçe öne yürüyüp dışarıya bir adım attım. Henüz ikinci adımımı atmadan da Deren dirseğimden tutup beni yakınına çekti, başını başıma doğru eğse de onunla göz göze gelmedim. "Kızgınlıkla söylediğim hiçbir şeyi ciddiye alma," diye fısıldadı, daha sakinleşmiş sesle. "Kendimi açıklamak zorunda kalmadan beni anla. Sesim de yükselirse sana bağırdığımdan değil, öfkemden."
Asansörün kapısından iki kişi girmek için bize doğru bakınca, dışarıya çıktım ve hâlâ kolumu tutan Deren'e gözlerimi kaldırarak bakarken, yüreğimin katılığı vücudumu ağırlaştırdı. "Neden bana kızmadığını açıklamaya çalışıyorsun? Önemli mi ki?"
"Mafyasın sen," dedi, uzaklaşıp elini benden çekerken. Elini çekti ama gözlerini değil. "Vurursun falan şimdi beni."
Onu ilk kez eğlenceli ve espri yaparken gördüğüm için suratımda tuhaf bir ifade oluştu, dudaklarım da kıvrılarak buna eşlik etti. Bunu komik bulup gülümsediğimi ancak o zaman fark ettim ve gülümsememin şaşkınlığını Deren'de yaşadı. Uzun zamandır güldüğüm ikinci insandı, diğeri kızıydı.
"Nalan! Nalan!"
Koridorda ses yankılanınca Deren'in bana karşı aralanan dudakları örtüldü ve başı koridorun diğer tarafına çevrildi. Karşıya bakınca Nalan'ın Derya'nın kollarına düştüğünü, etrafına birkaç insanın toplandığını gördüm. Memurlardan birisi telefon açmıştı, bir memur da Derya'ya kenardaki koltukları gösteriyordu.
"Bayıldı mı?" diye sordum.
Deren kafasını sallayıp koridorun ucuna ilerlemeye başladığında ona çok yaklaşmadan arkasından gittim. Derya Nalan'ı, memurun gösterdiği koltuğa kadar götürmüştü ve onu kendine getirmek için yüzüne dokunuyordu. Derya'nın endişesi teninden sızıyordu, korkusunun yarattığı gerginliğe neredeyse dokunabilecektim. Bir memur kolonya getirdiğinde Derya ters ters polise bakarak, "Köylü köylü işler yapmayın, ambulans gelsin," diye bağırdı.
"Ayıp oluyor," dedi polis.
Deren, "Neyi var?" diye sordu.
Derya hiddeti hareketlerine yansımış şekilde kafasını kaldırıp ona, "Sana ne?" diye tısladı. "Benim karım o, sana ne!"
"Benim karım mı dedim lan, ne bağırıyorsun?" Deren Derya'ya doğru hareket edince, yanındaki polis memuru koluna girerek onu durdurdu ve, "Beyler, sırası değil," dedi.
Derya Nalan'a doğru eğilip onun saçlarını çekerken, "Nalan," diye fısıldadı, inanılmaz nazik bir sesle. "Sevgilim beni duyuyor musun? İyi misin?"
"Yorgunluktan bayılmıştır," dedi Deren, memurun kolundan çıkıp sağ tarafına bakarak. Beni aradığını anladım ve birkaç adım gerisinden onunla göz kontağı kurdum.
"Hadi ya! Hiç anlamamıştım," dedi Derya, onu alaya alıp homurdanarak.
"Geri zekâlı!"
Derya, Deren'e cevap vermeden Nalan'ın yüzünü okşadığında, göz kapaklarının hareket ettiğini gördüm. Derya'ya bunu fark edip heyecanla, "Kendine gel, buradayım," dedi.
Nalan'ın gözleri birkaç denemeden sonra tamamen açıldı ve Derya rahatlamış bir nefes verip, "Beni çok korkuttun," dedi. Nalan önce kocasına, sonra başını kaldırıp etrafına bakınca Deren'e rastladı ve gözleri dolmaya başladı. Hıçkırarak, "Deren," diye fısıldadı, dudaklarından peş peşe iki soluk çıktı. "Dayanamıyorum artık, n'olursun kızımızı bul. Gücüm kalmadı, onsuz bir gün geçirmeye tahammülüm kalmadı... Nerede ne yaptığını, nasıl olduğunu düşünmekten başıma ağrıyor giriyor, canı acıyor mu diye korkmaktan kalbim duracak gibi oluyor..." hıçkırıklarıyla bölününce bir memur yaklaşıp elindeki su şişesini ona uzattı, Derya onun için alıp şişeyi sıkarak kapağını açtı. "Onu yalnız bıraktığım için çok pişmanım, keşke her dakikamı onunla geçirseydim."
"Ölecek kadar pişman ol, bu Nil'i geri getirmeyecek," dedi Deren, acımasızca. İlerideki kadın memur, Deren'e ters bir bakış attığında böyle söylemesini onaylamadığını anladım. Deren parmağıyla Derya'yı gösterdi. "O kaybetti kızımı, belki dahasını bile yaptı ama bilmiyorum! Çünkü Nil yok, bana söyleyemiyor! Sana defalarca kez, kızımı onunla bir arada bırakmamanı söyledim ama sen dinlemedin! Şimdi bedelini beraber ödüyoruz, beraber acı çekiyoruz!"
Nalan'ın yaşlar akan gözlerinin arkasında kırgınlık oluştu ve Derya, ayağa kalkıp Deren'e yürüdüğünde, Deren'in de gözleri onu buldu. "Böyle ahkam kesmesi kolay," dedi Derya. "Ama Nil'i sen de kaybetmiş olabilirdin ya da..." gözleri yer değiştirdi, bana çarptı. "Sevdiğin birisi de onu kaybetmiş olabilirdi. Sen yapmadın, yaşamadın, senin başına gelmedi diye Nalan'ı suçlama artık. Öyle bir gün gelir ki, sen de farkında olmadan Nil'e zarar vermiş bulunursun, kafanı taştan taşa vurursun, Nalan'ı suçladığın her şey senin imtihanın olur."
"O gün asla gelmeyecek," dedi Deren, buz gibi sesiyle.
Derya'nın gözleri parladı. Çünkü Deren'in gözlerinin önündeki gerçeği görmemesiyle eğlenmeye başlamıştı. "Öyle mi dersin?"
Deren sıkılmış gibi hırlayarak, "Tatava yapma," dedi. "Üstten üste konuşmadan ne söyleyeceksen söyle, sikmeyeyim azabını."
Bir memur Nalan'la ilgilenirken diğeri birbirine hiddetlenen Deren ile Derya'nın arasına girerek onları birbirinden uzaklaştırmayı denedi. "Böyle giderse ikiniz de nezarethaneye gireceksiniz ve kızınız bulunana kadar çıkmayacaksınız beyler!"
Deren, ateş saçan gözleriyle, "Benim kızım," dedi üstüne basa basa.
Derya kafasını iki yana sallayıp Nalan'a baktı ve Deren'de dudakları arasından ona sessiz bir küfür savurup arkasını döndü. Yumruğumu Derya'nın yüzüyle buluşturmamak için direniyordum, neredeyse kollarım kaskatı olmuştu. Deren söylene söylene yürürken, yumruğumu çözüp ona katıldım ve emniyet binasından çıkarken, "Acını Nalan'dan çıkarma," dedim. “Hiçbir suçu yok."
"Üzüldün mü ona?"
"O bir anne, neler yaşadığını bilemezsin."
"Baba olacak hali yok herhalde! Evet anne, farkındayız..." araba anahtarını cebinden çıkarırken, yumruğumu güzel yüzüne oturtmak istedim ama sadece göz devirdim.
Otoparka ilerleyince Deren arabasını açtı ve kapısına yaklaşırken, "Arabanla mı geldin?" diye sordu, çaktırmadan bana bakmaya çalışarak. Böyle bakmaya çalışmasına bir daha göz devirip, "Yok, kanatlarımı takıp uçtum," dedim. "Dur, çıkarayım hatta..."
Bakışlarını otoparkta dolaştırıp arabamı görünce başını sallayıp arabasının kapısını açtı. Genzini hafifçe temizleyip, "Belki benzinin falan bitmiştir," dedi.
Ne kastettiğini anlamakta zorlanmadan, "Yeterince var," dedim.
Kafasını kaldırıp sertçe bana baktı. Kara kara gözleri son yazdan beri hiç ısınmamış gibiydi. "İyi," dedi, sinirle. "Git."
Kaybedecek vaktim olmadığı için gerileyip arkamı döndüm, arabama süratle yürürken yüzümdeki dehşeti serbest bıraktım. Nil'i bulmam lazımdı, sitenin kamera görüntülerine bir şekilde ulaşmalıydım. Arabamın koltuğuna yerleşip kapımı çarptım ve derhal telefonumu çıkarıp bir aramanın gelip gelmediğine baktım. Ses, iz yoktu.
"Ya gerçekten Karina ile Nil'i içinden alıp şu dünyayı ateşe veresim var..."
Arabamı sertçe çalıştırıp direksiyonu çevirdim, alandan çıkıp otoparktan ayrılırken ön camdan ilerimdeki Deren'e baktım. Henüz arabasına binmemişti, beni izliyordu. Arabayla önünden geçerken gözlerimi çekip gaza bastım ve onu arkamda bıraktığımda, başını önüne eğip gözlerini kapattı.
Bakış açısından çıktığımda saate bir daha bakıp gaza yüklendim, erken saat olduğu için sokaklar hâlâ boştu. Yaşadığım sitenin otoparkına girip arabamı bıraktıktan sonra asansörü kullandım, daireme çıkarken etraftaki kameraları izledim. Güvenlikte kamera kayıtları olmalıydı, oraya girip dün akşamın kayıtlarını izlemem lazımdı. Nil'i kim aldıysa dikkat çekmemeyi başarmıştı, yoksa güvenlik kameradan görürdü.
Anahtarımı çıkarıp daireden girdiğim an Gece koşarak salondan çıktı ve yanıma, etrafıma baktı. "Nil'i bulamadın mı?"
Bu sorudan anladığım gibi, Nil hâlâ dönmemişti. Zaten... O nasıl dönecekti ki? Onu alan geri getirmeliydi.
Sokak kapısını öfkeyle örtüp koridoru yürümeye başlarken, "Hâlâ mı bir şey hatırlamıyorsun?" diye bağırdım. "Bir ses duymadın mı? Hareketlilik sezmedin mi? Kim elini kolunu sallayarak girer ki?"
"Yemin ederim hiçbir şey görmedim Karmen! Allah belamı versin ki ben yapmadım!"
"Aah!" Bağırarak yumruğumu duvara geçirdim ve duvardan gelen ses kulağımda çınlarken, gözlerimi hiddetle büyütüp omzumun üstünden ona baktım. "Yaman'ı ara!"
"Elin," dedi kekeleyerek.
"Yaman'ı ara!"
Salona geri dönerken, "Ondan mı şüpheleniyorsun?" diye sordu.
"Sana söylediklerini hatırlıyorum," dedim. "Derya doğru söylüyorsa, bir numara çevirmiyorsa Yaman almıştır sana dediğini yapmak için."
Telefonuyla geri dönerken, "Beni kandırmaz," dedi.
"Uyan kızım, erkekler yapar! Onu ara!"
Onu ararken koridor sonuna doğru ilerledi. Mutfağa girip gözden kaybolduğunda kafamı arkaya yaslayıp gözlerimi sımsıkı kapattım. Birazdan elime soğukluk değince baktım ve Gece'nin elime buz tuttuğunu gördüm. Kafasını iki yana sallayarak telefonu indirdi. "Açmıyor."
"Çünkü onu öldüreyim istiyor!" Elimin üstündeki buzu fırlattığım gibi kafamın arkasını duvara gömdüm. "Ne yaptığını sanıyor bu! Nasıl işlerimi böyle berbat edebilir!"
"Yaman'ın aldığından emin değiliz Karmen." Kaşlarını çatıyordu.
"Başka fikrin var mı? Hatta belki ona yardım etmişsindir. Ve ilkinde olduğu gibi bilmiyormuş numarası yapıyorsundur?"
Telefonu ikinci kez kulağından indirip suratıma birkaç saniye bakmasının ardından salondan içeriye girip koltuğa oturdu. Ellerini dizleri arasına sıkıştırıp sessiz kaldığında, dudaklarımı sertçe ısırıp yanımdaki elime baktım. Kırmızılığı gördüğümde gözlerim karardı.
Elimi siktir edip sokak kapısına yürüdükten sonra kapıyı açıp bir şey söylemeden dışarıya çıktım. Güvenlik kulübesine yaklaştım. Adama görünmemek için önden değil, yandan yaklaştım ve camdan içeriye baktığımda yüzünü masaya gömdüğünü, muhtemelen de uyuduğunu gördüm. Bu fırsattan yararlanıp önündeki monitör ekranından görüntüleri izlemek için kapı kulpunu indirdim ama açılmadı. Kilitlemişti. "Ne boka yarıyorsun acaba? Hem uyuyorsun hem kilitlemişsin..."
Bir daha sessizce açmayı denedim ama olmadı. Elimi çekip etrafıma baktım ve geri dönüp tekrardan daireme çıkmak için apartmana girdim. Evimin kapısını açıp girince Gece'nin hâlâ aynı koltukta olduğunu gördüm. Yaman'ı aramaya devam ediyordu.
"Güvenlik kulübesine girmemiz lazım," dedim ona.
"Nasıl yapacağız?" diye sordu.
"Bir dakika düşüneyim."
Dudaklarımı kan gelene kadar ısırıp koridorda dolaşırken aniden durdum ve Gece'ye bakıp, "Bir şey buldum," dedim.
Yanıma gelirken, "Peki, nedir?" diye sordu.
Ona aklıma geleni anlattım ve yapması gerekenleri duyunca gerildi, yine de kabul edip aşağıya benimle indi. Konuştuğumuz gibi onu apartmanın içinde bırakıp ben dışarıya çıktım, sitenin güvenlik şeridinden geçtim ve kör noktaya saklanıp güvenlik kulübesini hedef aldım. Biraz sonra Gece, tıpkı konuştuğumuz gibi bağırmaya başladı ve ilkinde tepki alamadı, ancak üçüncü kez bağırdığında güvenlik görevlisi uyanıp kulübeden çıktı. Etrafına bakarak sesi takip ederken, esneyip duruyordu.
O apartmana girince koşmaya başlayıp şeridi geçtim, açık bıraktığı güvenlik kulübesine girip hızlı şekilde monitöre odaklandım. Ekranda sekiz ayrı kadraj görüntüsü vardı, yansıyan görüntülerde pek bir hareketlilik yoktu. Bizim apartmanı ve çıkışını gören kadraja odaklayıp görüntüleri geri sardım. Parmağım hızla hareket ederken gözlerim binanın kapısını kontrol ediyordu. Gece saatlerine indim ve akşam evden ayrıldığım saatten sonrasını taradım. Apartmana girenler vardı ama kimse yanında Nille beraber çıkmıyordu. Gözden bir şey kaçırmamaya çalıştım bir sonraki saati sarıyordum ki ses duydum.
Birisi camı tıklattı.
Kafamı kaldırınca camın arkasında yaşlı, düşük omuzlu birisini gördüm. Kılık kıyafetine bakınca evsiz olduğunu anladım, camın arkasından bir şeyler diyordu ama sinirimden duymuyordum. Elimin tersiyle ona git hareketi yaptım ama gitmedi, daha da ısrarcı şekilde parmağını kaldırdı. Apartman kapısına doğru bakıp güvelik kulübesinden çıktım ve evsizin karşısına geçip cebimde olan tüm parayı çıkardım. Parayı adamın eline sıkıştırıp, "Git," dedim ölümcül bir sesle.
Parayı görünce gözleri parladı ve sonra tehdidi sezip hızlıca başını salladı, arkasını dönüp mutlu şekilde ayrıldı. Kaldırıma geçip sokağın karşısına geçtiğinde söylenerek önüme döndüm, tekrar kulübenin içine girecektim ama güvenliğin buraya yürüdüğünü gördüm. Demek Gece ancak bu kadar oyalamıştı. İçeriye giriyormuş gibi ellerimi ceketime koyup yürürken, güvenlik bana selam vererek yanımdan geçti. Onu arkamda bırakıp apartmana girdim, Gece ortalıkta yoktu. Çabucak daireme girip kapıyı açtım ve Gece'yi koridorda dolaşırken gördüm. Geldiğimi fark ettiğinde, "Hallettin mi?" diye sordu.
"Biraz daha oyalaman gerekiyordu," dedim.
"Merdivenden düştüğüme inanıp eve kadar çıkardı, buz bile getirdi... Başka nasıl tutacaktım adamı Karmen?" Ofladı. "İzleyemedin mi?"
"İzledim ama bir şey göremedim, tam izlemeyi bitirmeden evsizin birisi geldi, beni oyaladı." Detayları es geçip kafamı sertçe kapıya vurdum. "Yaman telefonlarını açmadı değil mi?"
"Hayır, belki uyuyordur."
"Uyusun uyusun, kâbusu olacağım ben onun..." yatak odama ilerleyip içeriye girdim ve Karina'dan sonra ilk kez yeniden bu odada yalnız hissettim. Nil, eve döndüğümü gördüğü an koşarak yanıma gelirdi, meraklı meraklı nerede olduğumu sorardı. Şimdi bunları hatırlayınca ona ne kadar çok alıştığımı fark ettim, yokluğunda paniklemeye başlamıştım. Gün ışığında odayı bir daha izleyip kanıt aradım, eğilip yatağın altına baktım, etrafta montunu aradım. Montu da yoktu, o çok sevdiği montu... Derya onun üşümesini umursamazdı ama Yaman... Evet, o Nil'in üşümesini umursardı.
"Nil'i o aldıysa götüreceği yer neresi olur? Emniyete götürmez, çünkü mantıklı bir açıklama yapması gerekir. Hem Gece'yi doğrudan ateşe atmaz. Çocuktan kurtulmak ister ama ona zarar vermez... Onu ya Nalan'a götürür ya da Deren'e..." düşünmeye devam ettim. "Ya da bir iki gün bekler, ne yapacağını düşünür. İyi bir şey yaptığını sanıyor ama tüm planlarımı batırıyor..."
Odadan çıkıp salona girdiğimde Gece'nin hâlâ telefonuyla ilgilendiğini gördüm. Parmakları hızla tuşlarda geziyordu, ona mesaj yazıyor olması ihtimaldi. "Yaman'ı bulabileceğin yerleri biliyor musun?" diye sorduğumda düşünmeye başladı. "Onu yalnızca iki haftadır tanıyorum Karmen, çok az konuşuyor ve hayalet gibi yaşıyor... Bilmiyorum, babam belki biliyordur."
"Senin başını beladan çıkarmak için yaptı, biliyorsun değil mi?" dedim.
Bakışlarını kaçırıp, "Kendini düşündüğü için de olabilir," diye fısıldadı.
"Belki." Kulaklarımdaki çınlama, başım zonklayınca arttı ve damarlarımdaki kan sanki ısındı. Sanırım... Vücudum çok yoruldu. "Eve git, babanın ağzını ara, Yaman en son ne zaman girip çıkmış öğren."
"Şu durumda Yaman'ın almış olmasını tercih ederim, en azından Nil'e hiçbir zarar vermeyeceğini biliyorum." Koltuktan kalktı ve geceden beri orada duran ceketini alıp yanımdan geçerken gözlerime hüsranla baktı. "Seni haberdar ederim."
Kapı sesini duyana kadar gözlerimi kapattım ve yalnız kaldığımda odama dönüp yatağımın kenarında oturdum. Nil'in geceleri başını koyduğu yastığa bakarken gözlerimde kızgınlık ve korku dolu yaşlar belirdi. Onu koruyamadığıma inanamıyorum, ikinci kez bir çocuğun hayal kırıklığı olmuştum. Karina gibi Nil'de onu koruyamadığımı hatırlayacaktı.
Ben... Hiçbir zaman iyi bir anne olmayacağım.
Karina'yı dünyaya getirerek ona acı çektirmekten başka bir şey yapmamıştım.
Çok korkuyorum Nil'e de acı çektirmekten.
Burada kalırsam çıldıracaktım, bu yüzden odamdan ve sonra da evden ayrıldım. Arabama atlayıp çok hızlı sürdüm, Deren'in yaşadığı eve giderken Yaman'ın yapabileceği hamleleri düşünüyordum. Nil'i doğrudan vermezdi, belki çocuğu evinin önüne bırakıp toz olurdu. Veyahut çocuğu herhangi bir yere de bırakabilirdi, mesela emniyetin yanına, kolaylıkla bulunabileceği bir yere.
Deren'in evine yaklaşınca arabamın hızını yavaşlattım, sokağa girmeden köşede durup ön camdan evine doğru baktım. Arabası yoktu, evde değildi. Evde duracağını da düşünmemiştim, her yerde Nil'i arıyordu. Eğer Yaman Nil'i getirecekse doğru zamandı, Deren'e görünmeden ortadan kaybolabilirdi. Bence istediği buydu.
Arabanın içinde bekledim, eve yaklaşan birisi görürsem direkt aksiyon alacaktım. Sürekli telefonumu kontrol edip Gece'den arama bekledim, eğer Yaman'ın nerede olduğunu öğrenirse işlerim kolaylaşırdı. Saatler geçerken tahammül sınırım aşıldı, sinir krizi geçirmeye başlayarak direksiyonumu yumrukladım.
Hava karardığında Deren hâlâ eve dönmemiş ama sokağa bir taksi girmişti. O taksi Deren'in evinin önünde durunca Utku'nun indiğini gördüm. Evin kapısından girerken sigara paketini deri ceketinden çıkardı. Eve daha da yaklaşmamın iyi olacağını düşünüp sokağa girdim ve arabamı kaldırım kenarına park ederken camdan Utku'ya baktım. O da evine yaklaşan arabayı görüp başını eğdi ve beni görünce arabama doğru yaklaştı. Açık camdan içeriye bakarak, "Hoş geldin," dediğinde, benimle hiçbir sorunu olmadığından emin oldum.
"Hoş buldum," derken panik halimi yansıtmamaya çalıştım. O sırada Utku berbat kötü görünüyordu, abisi gibi uzamıştı saçı sakalı. Altında bir eşofman, ceketinin altında da tişörtü vardı.
"Gelsene," dedi, kafasıyla evi gösterirken. "Abim yok ama buraya kadar geldin madem, gir içeriye."
"Rahatsız etmeyeyim seni?"
"Saçmalama." Geri çekildi. "İn hadi. Abimin sevgilisisin, kapıdan dönecek halin yok."
Doğru ya, tanıştığımızda ki gibi Derenle sevgili olduğumu sanıyordu. Kafamı sallayıp arabamdan indim ve onunla beraber bahçeden girerken, evine doğru yürüyen Ece'yi gördüm. Yanında bir kızla evine doğru yürürken o da bizi gördü ve arkadaşına bir şey söyleyerek bu tarafa yürüdü. Utku'da bakışlarımı görüp sokağa doğru bakarken, Ece yanımıza gelip, "Merhaba," dedi. Gözlerinin ucuyla Utku'ya bakıp sonra bana döndü. "Nil'den bir haber var mı? Ben haberleri takip ediyorum ama yine de sormak istedim."
Utku yanımda sert bir nefes alıp doğrudan Ece'ye bakarken, "Yok," dedi, tahammülsüzce. "Ayrıca sen onun neyisin? Neden soruyorsun?"
Utku'ya tersçe baktım ve Ece'de kaşlarını çatıp gözlerini kısa süreliğine ona çevirdi. Sinirden hemen yanakları kızardı ve alıngan şekilde, "Sana sormadım, Karmen ablaya sordum zaten," dedi.
Ece'ye cevap vermek üzereyken arkasından gelen arkadaşı da bize yaklaştı ve gülümseyerek, "Merhaba," dedi. Dalgalı, uzun saçları rüzgârda uçuşuyordu. Üzerinde askılı atlet, kot etek ve beline bağladığı gömleği vardı. Ece ona yandan bir bakış atarken, kız Utku'ya doğru bakıp onu süzerken gülümsemesini genişletti. "Melisa ben, Ece'nin arkadaşıyım."
Yani?
Sinirlerim çok bozuk olduğu için tüm bunlar vakit kaybı geldi ve Ece'ye dönüp, "Haber yok," dedim. "Utku'nun sinirleri çok bozuk, üstüne alınma."
Utku, ne yaptım, dercesine kaş çatıp bana bakarken, Ece'nin gözleri tekrar ona kaydı. Bu kez gözleri üzgünce bakıyordu, sanki onun ne kadar üzüldüğünü görüyormuş gibi. Usulca başını sallayıp Utku ona döndüğünde bakışlarını kaçırdı ve bana hafifçe gülümseyip, "Rahatsız ettim, eve geçeyim," dedi. Yanındaki arkadaşına döndü, o kız hâlâ Utku'yu süzerek dudaklarını kıvırıyordu. Ece onun bakışlarını izlerken rahatsız olup koluna dokundu. "Hadi, eve gidelim," dedi ona.
Melisa kafasını sallayıp dudaklarını ısırdı ve Ece'yle eve giderken omzunun arkasından dönüp dönüp Utku'ya baktı. Sırtlarında çantaları vardı, sınıf arkadaşı olabilirdi. Utku sigarasını içerken gözlerini Ece'den ayırmadı, onlar yan eve girerek gözden kaybolduğunda, "Hâlâ okul çantası takıyor, kaç yaşında bu kız," diye mırıldandı.
"Üniversiteye hazırlanıyormuş, sen tahmin et yaşını," dedim.
Dilini dişleri arasında ısırıp bana göz attı. "Öylesine sordum," diyerek arkasını döndü ve eve doğru yürürken, sigara izmaritini ilerideki çok kutusuna salladı.
Kapıyı açıp girdiğinde onu takip ettim, bana salonda oturabileceğimi ya da abisinin odasına çıkabileceğimi söyleyip banyoya girdi. Ev sigara kokuyordu, salondaki masanın üstü izmaritle doluydu. Karanlık evin içinde bir hayalet kadar sessiz, yavaş dolaşıp camlardan dışarıya baktım. Telefonum çalmıyordu, Yaman gelmiyordu. Belki de varsaydığım gibi olmayacaktı, Nil'i Nalan veya Deren'in evine getirip bırakmayacaktı.
Merdiven basamaklarını takip edip üst kata çıktım ve Utku odasındayken, yavaşça Deren'in odasından içeriye girdim. İçeride gece lambası yanıyordu, kim bilir ne zaman açık kalmıştı. Yerde birkaç parça kıyafet vardı, yatak örtüsü darmadağınıktı. Daha önce görmemiştim ama komodin üstünde Nille beraber olduğu bir fotoğraf vardı. Yatağın sol tarafından yaklaşıp siyah komodindeki fotoğraf çerçevesini aldım ve baktığımda, Deren'i Nille gülümserken buldum. Nil burada daha küçüktü, saçları kısaydı. Yeşillik bir yerde çekilmişti, Deren'in dizinde oturuyordu ve Deren kolunu onun etrafına sarmış, gülümseyerek Nil'e bakıyordu. Her nedense fotoğrafı Utku'nun çektiğini düşündüm ve merak ettim, Deren'in yüzünde hiç bu gülümsemeyi görür müyüm diye.
Bana hiç gülümsemesin,
Alacağı olur.
Elimde çerçeveyle beraber yatağın kenarına oturup sonra da yatağa uzandım, çerçeveyi yanıma koyup boğazımdaki yumruyla beraber günahlarımı düşündüm. Her adımımda, her uyuyuşumda, her nefes alışımda bu kadar ağır ve katı hissetmemin sebebi belki de buydu, günahlarımın kalbimdeki ağırlığıydı.
Nil'i nasıl bulacaktım, nasıl...
Gözlerimi yumarken elimi boynuma götürdüm, birisi sıkıyormuş gibi hissettiriyordu.
Böyle hissetmeye devam etsem ve boğularak ölsem... Karina'yı derinden anlasam...
Öksürerek yataktan kalktım ve aynı anda kapı gıcırtısına çarpan kalbimi hissettim. Başımı kaldırıp bakınca Deren'in kapıdan içeriye girerken duraksadığını gördüm. Yatağım ucundan derhal kalktım ve o, beni burada bulduğuna afallamış bir şekilde odasının içine yürürken, buğulanan gözlerimi temizlemeye çalıştım. Karşıma kadar gelip bir yatağına, çerçeveye ve bir de bana bakarak daha da yaklaştı. Öksürüğüm hâlâ devam ederken elini kolumun altından uzatıp sırtıma koydu ve avuç içini hafifçe sırtıma vurup, "Helal," dedi, duygularını serbest bırakmış kısık sesiyle. "Daha önce de böyle öksürdün, neyin var senin?"
O sırada elinin ne kadar büyük olduğunu düşünüyordum, buna rağmen bu elinin Nil'i sevecenlikle, yumuşaklıkla tuttuğuna emindim. Ama beni boğarken çok acımasız olurdu. Bir anda gırtlağıma çökerdi.
"Karmen?"
Öksürüğüm sessizleşirken, "Gıcık," dedim. "Gıcık tutuyor sadece."
Sırtıma bir daha hafifçe vurunca vücudum ona yaklaştı, göğsüm göğsüne değmekten bir karış uzaklıktaydı. "Ama boğuluyor gibi öksürüyorsun?"
Neden olduğunu bilmeden kolunu tutup derin derin nefesler alırken, "Nil'den bir haber var mı?" diye sordum.
Gözleri öfke ile kedere öyle bir boğuldu ki, Nil'in adının geçtiği her yerde artık bir gök gürültüsü duymaya başlayacağımı düşündüm. Kafasını şiddetle iki tarafa sallayıp ardından koridora doğru seslendi. "Utku, bir bardak su getir."
Bana dönünce elimi boğazımdan çekip geriledim ama sırtındaki eline daha çok çarpmakla kalmadım, ondan uzaklaşamadım da. Yüzünde yoğun bir değişim oldu ve kafasını hızlıca kaldırıp, "Eline n'oldu?" diye sordu.
Saatlerdir ağrıyan elime bakınca, bir dakikalık koyduğum buzun işe yaramadığını gördüm. "Duvara yumruk attım," dedim koridordan gelen sesi duyarak.
"Geri zekâlı," dedi fısıltıyla.
Ona ağzının payını verecektim ki kapı tıkladı ve Utku, "Müsait misiniz?" diye sordu.
Deren, "Gel," dedi, sesini düşürmüştü.
Utku içeriye girdi ve suyu uzatırken, ikimize de şöyle bir bakıp ardından Deren'e döndü. "Bir haber var mı?" diye sorarken çok gergindi.
Deren suyu diğer elime uzatırken, "Aptal geri zekâlı salaklar gelip yalan yanlış ifadeler veriyor para için," dedi, homurdana homurdana. "Az kalsın birisini dövecektim, kırıp eline verecektim ağzını yüzünü..."
Utku abisine katılarak, "Yarın bir gün kendi çocukları kaybolsun da görsünler günlerini," dedi kinlenmiş şekilde.
"Deme öyle, çocuk onlar." Deren Utku'yu uyarıp, "Bir şey yedin mi?" diye sordu.
Utku bu soruya sinirlenip, "Başlama yine abi," dedi, yakınır gibi. "Ne yemeği, nasıl yiyeyim? Tek düşündüğüm Nil tamam mı? Başka hiçbir şey değil!"
Kapıyı açık bırakıp odadan çıktı ve birkaç saniye ardından kendi kapısını çarptı. Deren onun arkasından uzun uzun koridora bakarken, "Burada n'apıyorsun?" diye bana sordu. "Neden evime geldin?"
Bunun üzerine hiç düşünmediğim için, "Seni merak ettim," diye yalan söyledim.
Ve bunun, eşikten içeriye girmemi sağlayan yalan olduğunu o gözlerini süratle bana çevirdiğinde anladım. Yutkunurken âdem elması kavislendi ve vücudunu tamamen bana döndürüp, "Güzel," dedi. Sırtımdaki ceketi avuçlayıp elime doğru bir kez baktı. "Çünkü ben de bugün seni merak ettim, aklıma geldin... Nil'den başka yalnız seni düşündüm." Bunları söyledikten sonra dudaklarını kuvvetle birbirine bastırıp gözlerini bir an için kapattı ve sonra beni bırakıp geriye çekildi. Vücudum, o beni tuttuğu için kendini bırakmıştı ve sertçe çekilince ayak topuklarım sendeledi. Genzini temizleyip bana bir daha baktı ve sonra hemen kafasını çevirip açık kapıdan dışarıya çıktı. "Keşke sana ayıracak zamanım olsaydı."
Onu duygusal olarak ele geçirdiğimi fark ettiğimde nefesim kesildi.
Gözlerim, çıkarken omzunu çarptığı kapıda kaldı ve ayaklarım beni oraya götürdü. Eşikten çıktım ve Deren'in basamakları hızlıca, sanki kaçıyormuş gibi indiğini gördüm. Ayaklarının basamaklara sertçe vuruşunu bölen şey, çalan telefonu olduğunda durup son basamağı inmeden telefonu cebinden çıkardı.
Deren telefonu açıp kulağına yasladı. "Evet," diyerek yanıtladı ama daha başka bir şey demedi. Geçen saniyelerde karşı tarafı dinledi ve ben ona yaklaşırken, kafasının arkasını izledim. Hiçbir şey demeden telefonu kulağından indirdi ve eli boşluğa düşerken, telefon da parmaklarından kayıp sertçe basamağa düştü.
Yere doğru baktığımda aramanın hâlâ açık olduğunu gördüm.
"Deren," diye fısıldadım dehşetin nefesini ensemde hissederken.
"Adli Tıp Kurumundan çağırıyorlar. Nil'i teşhis etmem için."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...